NERDEN NEREYE
yıllar önce ankara’daki bir üniversitede konuşmam vardı. akşamüzeri de bir kitabevinin açılışına katıldım. okurlarımla bir yere gidip, oturup sohbet ettim daha sonra. sohbet sırasında bir ara iki kişi yanıma gelip, şiir yazan genç bir arkadaşlarının benimle görüşmeyi çok istediğini, çekindiği için onları gönderdiğini söyledi.
çok yorgundum. üstelik ertesi gün izmir’de olmam gerekiyordu. yorgunum, telefonumu vereyim, beni arasın dediysem de çocukları ikna edemedim. gecenin bir yarısı kızılay’da bir bara götürdüler beni.. esmer tenli, bıyıklı, ağırbaşlı bir genç yanıma geldi. saygıyla elimi sıktı. şiirlerinin bir kısmını yanında getirmiş. okuyup, değerlendirmemi istedi. birkaç tanesini orada okudum hemen. ilginç dizeler çarptı gözüme. şiirlerinde garip bir enerji vardı. ama daha çalışması gerekiyordu. söylediklerimden etkilenmiş görünüyordu. “nereye gidiyorsunuz,” diye sordu. “otogara gidiyoruz,” dedim. “beni de bırakır mısınız, bu saatte otobüs bulamam, taksi tutacak param da yok,” dedi. “tamam, gel,” dedim. ressam bir kız arkadaşımın arabasıyla yola koyulduk…
çok soğuk, karlı bir kış gecesiydi. o, arabanın arkasında oturuyordu. bir ara, “abi ben beste de yapıyorum,” dedi. “kaset çıkartmayı düşünüyorum, ama birinin desteğine ihtiyacım var…” bir çıkış arıyordu bu genç adam. ama henüz her şeyin başındaydı. üstelik oldukça yoksuldu da. bir ara, son bestemi size okuyayım mı, diye sordu. oku, dedik içten bir heyecanla… o puslu, içli sesiyle okumaya başladı: turnalar… sevdiğim o… sen benimsin, bahar gözlüm, yarınlar da ikimizin… bu şarkıyı duyar duymaz bir anda içimiz ürperdi. çok etkilenmiştik. ressam arkadaşımın gözlerinden bir iki damla yaş süzüldü..
karlı ve çok soğuk bir ankara gecesiydi… ve arabanın arkasında bize “bahar gözlüm” adlı bestesini okuyan bu yoksul ve kimsesiz genç yavuz bingöl’dü.
sonra otogara geldik. yavuz, bizimle vedalaştı. vedalaşırken şarkının içimize kattığı o garip hüznün etkisindeydik hâlâ… onun daha çok uzun yolu vardı. yanılmıyorsam batıkent’te oturuyordu ve parası olmadığı için evine yürüyerek gitmek zorundaydı o soğuk gecede… “istersen seni götürelim,” dedi, ama kabul etmedi. “belki bir araba bulurum,” dedim. vaktimizi almak istemiyordu. bir süre arkasından seyrettim onu, boynu hafif öne eğik, karlara bata çıka gidiyordu. sonra usul usul karanlıkta kayboldu...
(cezmi ersöz’ün “bana türkçe bir ekmek ver” kitabındaki “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” başlıklı yazıdan alıntı.)